
Yazmanın, konuşmaktan daha güvenli hissettirdiğini epey erken yaşlarda farkettim ve iyi ki de farkettim, aksi takdirde kafamın içinde onca düşünce ve yerlerine koyamadığım duyguyla ne yapardım bilmiyorum. Bazen tuttuğum bir kalemden beyaz bir sayfaya, bazen de parmaklarımın ucundaki tuşlar sayesinde önümdeki ekrana dökülen duygularımı ve düşüncelerimi görmenin ve onlara dışarıdan da bakabilmenin kendimi anlamam açısından çok faydası oldu. Kendime yaklaşma ve kendimi büyütme deneyimime büyük katkı sunan yazıyı keşfettikleri için sümerlilere teşekkürü bir borç bilirim.
Bir teşekkürüm de world wide webi hayatlarımıza sokan Tim Berners-Lee’ye. Bugüne kadar kaç kez blogum oldu, kaç yazı yazdım, kaç insanla bir şekilde temas ettim internet sayesinde bilmiyorum, ama bunu yapmayı sevdiğim belli ki şimdi hayatımın üçüncü dekadının başlangıcında kendime yeni bir blog hediye etmeye karar verdim ve işte geldim buradayım. 🙂
“Kimsin sen” sorusuna mesleğimden, medeni halimden, doğduğum yerden filan öte başka cevaplar verebilmek beni daha çok heyecanlandırıyor. Ve bir noktada kendi kendime “izan’ın biriyim işte ya” demeye başladığımı farkettim ve iyi ki de farkettim. Kendime dair söyleyebileceğim her şeyin toplamının İZAN etmesi epey hoşuma gidiyor. Yine de dahası sorulsa; sıradan olanın güzelliğini parlatmayı, mükemmel denilende minicik bir kusur bulmayı ümit etmeyi (çünkü o zaman sahici geliyor), denemeyi, deneyimlemeyi ve köpeklerle zaman geçirmeyi pek çok şeyden daha fazla önemsediğimi anlatırdım herhalde. Ya da belki de sadece şunu söylerdim; izan’ın biriyim işte…